Bugün İngiliz The Times gazetesi “Migrant Benefits” (Göçmenlerin Sağladığı Yararlar) başlıklı şahane bir başyazıya imza atmış. Yazı özetle göçmenlerin İngiltere’ye zarardan çok fayda getirdikleri ve sağcı partilerin bunu bir türlü anlamak istemedikleri temasını işliyor. Göçmenlerin ülkeye ekonomik, kültürel ve finansal yönden kazanç sağladıkları gerçeğini inkar eden popülizme siyasetçilerin karşı çıkması gerektiği fikrini savunan makale, benden (ve eminim buradaki birçok göçmenden!) tam not aldı.

The Times genelde sağcı bir gazete olarak değerlendirilir, ama The Daily Telegraph kadar körü körüne, ölümüne sağcı ve Kraliyetçi değildir. Akılcı, bağnaz olmayan bir şekilde sağ eğilimli olduğu söylenebilir. Bu gazetede yayımlanan bazı köşe yazıları neredeyse solcu bir gazete okuyormuşsunuz izlenimine kapılmanız için birebir. Hatta bu yazının da onlardan biri olduğu söylenebilir.

Burada ülkedeki göçmenleri ve onlara genel yaklaşımı anlatacak bir parantez açalım: Ülkeye daha eski dönemlerde gelmiş olan bazı göçmenler topluma entegre olmamış ya da olamamışlar, İngilizce bilmiyorlar ya da öğrenmek istemiyorlar, bazılarının işi gücü bile yok. Bu insanların bir kısmı devletin sosyal yardımlarını (işsizlik, sakatlık yardımı, sağlık yardımları, belediyelerin verdiği ücretsiz evler) iliğine kadar sömürmüşler, hala da sömürüyorlar. Örneğin belediyenin kendilerine verdiği bedava evde oturuyorlar, ama belediyeden habersiz kiracı alıp kira parasını da bir güzel ceplerine atıyorlar. Bunun sonucu olarak da onlara karşı bir önyargı, hatta nefret doğabiliyor, işe yaramayıp bir de üstüne vergilerimizi yiyorlar diye. İngiltere’deki sağcı partiler göçmen karşıtı bir görüşü yıllardır körüklüyorlar. Irkçı İngilizler “İngiltere’nin işleri İngilizlere gitsin” (British jobs for British people) diyerek bunu pekiştiriyorlar. Dolayısıyla birkaç yıldır iktidarda olan sağ eğilimli Muhafazakar Parti, Genel Başkanı ve Başbakan Cameron’ın öncülüğünde gelecek yıl yapılacak genel seçimlerde oylarını artırmak için sürekli var olan vizeleri kaldırıyor ve ülkeye daha fazla göçmen girişini engellemeye çalışıyor.

Örneğin 2007’de İngiltere‘ye ilk geldiğimde var olan tam üç değişik çalışma vizesi (Yüksek Vasıflı Göçmen Programı yani Tier 1 General, Öğrencilik Sonrası Çalışma Vizesi yani Tier 1 Post Study Work ile çocuk bakıcılığı yoluyla İngilizce öğrenmeye dayalı Au pair vizesi) şu an itibarıyla kaldırılmış durumda. Artık Türk vatandaşı olarak İngiltere’ye gelmenin yolları ya Ankara Anlaşması’na başvurmak, ya İngiltere vatandaşıyla evlilik yapmak ya da Tier 2 denen şirketinizin size sponsor olmasına dayalı vize. Bunların hiçbiri yukarıda saydığım eski vizeler kadar kolay yollar değil. Ankara Anlaşması için şirket kurmanız, belli bir sermayeye sahip olmanız ve ürün ya da hizmet satmanız bekleniyor. Sponsorluk da çoğu şirketin istediği bir şey değil, çünkü bir İngiltere vatandaşını işe almak her zaman çok daha kolay. Zira şirketin sponsorluk ücretini ödemesi ve sizin başvurunuz için belgeler sunması gerekiyor.

Tekrar makaleye dönecek olursak İngiltere’ye Mart 2013-Mart 2014 döneminde göç eden kişi sayısı 243.000 ve bu rakam bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 40 oranında bir artışa işaret ediyor. Gazete buna binaen Başbakan Cameron’ın ülkedeki göçmen sayısını yılda 100.000’den aza indirme taahhüdünün gerçekçi olmadığını savunuyor.

Gazetenin dikkat çektiği bir ikinci nokta, bu yeni göçmenlerin çoğunun AB ülkesi vatandaşı ve çalışma yaşında olması. Dolayısıyla devlete ödedikleri vergi, devletten aldıkları sağlık vb. hizmetlerin maliyetinden yüksek. Yani İngiltere’ye adapte olabilmiş, İngilizce bilen, çalışan göçmenlerle diğerlerini aynı kefeye koymamak gerekiyor. Bu basit denklemi kurmak herhalde bazı insanların, partilerin ve siyasetçilerin işine gelmiyor. Üstelik, diyor The Times, göçmenlik karşıtı politikalar güdüyorsunuz ama İspanya çoğu emekli olup oraya yerleşen 700.000 İngilizi istemiyorum dese ne yapacaksınız?

The Times’a göre toplumda kanaat önderi olarak görev yapan İngiliz siyasetçilere burada düşen görev, göçmenlerin İngilizleri işlerinden ettiği efsanesini yalanlamak, zira bu doğru değil. Tam tersi göçmenler işgücü piyasasındaki boşlukları dolduruyorlar. Göçmenleri istemiyorum diyenlere sorum şu: kim çalışacak o zaman fast-food lokantalarında, kim dağıtacak bedava dergilerinizi, kim servis yapacak lokantada masanıza, kim dizecek markette rafları, kim kaldıracak trenleri? İngiltere doğumlu, beyaz İngilizler yapmak ister mi bu işleri? Genelde hayır. Ya da Noel, Paskalya gibi dini bayramlar döneminde çalışır mı Hristiyan İngilizler? Yatıp kalkıp Müslüman göçmenlere dua etsinler, Noel döneminde çalışmaya gönüllü olarak dükkanları ve marketleri açık tutabildikleri için. Hintlilere de dua etsinler, marketler kapandıktan sonra gece geç saatlere kadar bakkallarını açık tuttukları için. Aslında bu sadece istemekle de ilgili değil, İngiltere doğumlu İngilizler bazı işlerin nasıl yapılacağını da bilmiyorlar. Mesela burada musluk tamircileri hep Polonyalı, inşaat işçileri, badanacılar hep yabancı. Türkiye’ye göre çok da iyi para kazanıyorlar.
Göçmenlerin topluma ekonomik fayda dışında dilsel ve kültürel çeşitliliği de getirdiği aşikar. Bu çeşitliliği kabullenmenin sağladığı demokratik ortam paha biçilemez.
Toparlayacak olursak gazetenin dediği gibi göç İngiltere siyasetinin en büyük meselesi haline gelmiş olabilir. Ama göçmenlerin artıları ve eksileri teraziye konduğunda artı kefesinin ağır bastığını görmek çok zor değil.
Bu tezi savunan “I Am An Immigrant” yani “Ben Bir Göçmenim” adlı sosyal reklam kampanyası da son dönemde Londra billboardlarını süsledi ve epey ilgi çekti. Aşağıda afişlerini görebileceğiniz kampanya, “Movement Against Xenophobia” yani “Yabancı Düşmanlığına Karşı Hareket”in çalışması ve göçmenlerin İngiltere’ye katkılarını vurguluyor. İlk afişte Trinidad ve Tobago Cumhuriyeti asıllı ruh sağlığı hemşiresi Rosemarie Ramkissoon “15 yıldır depresyon, kaygı ve şizofreni hastalığı çeken insanlara yardım ediyorum”  diyor.
The
Aşağıdaki afişte ise Sri Lanka asıllı uzman avukat S. Chelvan “13 yıldır insan haklarını savunuyorum ve adalet için mücadele ediyorum” diyor.
The
Bu kampanyadan seçtiğim son afiş ise Polonya asıllı itfaiyeci Lukas Belina’ya ait: “Yedi yıldır insanların hayatını kurtarıyorum. Kurtardığım bir sonraki hayat sizinki de olabilir.”
polish
Kampanya ve oluşum ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için hareketin internet sitesi: http://www.noxenophobia.org
The Times’da yayınlanan makalenin orijinalini okumak isteyenler için internet versiyonu şurada: “Migrant Benefits”
Yazının tam metni ise aşağıda:
Fotoğraf: Filiz Taylan Yüzak
Fotoğraf: ingiliz filiz
ingiliz filiz
İngiltere’ye ilk kez 2007 yılında eğitim için, İstanbul’dan geldim. Daha sonra 13 yıla yakın bir süre Londra’da yaşadım. 2.5 yıl önce de İngiltere’nin güneyinde küçük bir kente taşındım. İngiltere’de yaşam ve kültür konulu yazılarımı bu blogda topluyorum. Bu yazıların büyük bölümünü Londra’da yaşarken yazdım ve müzik, yeme-içme, sinema gibi ilgi alanlarımı Londra’da düzenlenen etkinlikler çerçevesinde paylaştım. Şu an çocuklu hayat dolayısıyla eskisi kadar kültürel etkinliğe katılamıyorum, dolayısıyla blog konularım da biraz evrim geçirdi. Çocuk kitapları, çocuk oyunları, aile dostu lokantalar, pub’lar, tatil seçenekleri gibi konularda yazıyorum artık daha çok. Yine de Londra’ya arada bir de olsa gidiyorum ve bu gidişlerimde katıldığım etkinlikleri yazmaya devam edeceğim. Blogumla ilgili görüşlerinizi ve sorularınızı yazıların altına yorum şeklinde bırakabilirsiniz. Eposta adresim:filiz (at) ingilizfiliz (nokta) com Özellikle yazmamı istediğiniz bir konu olursa belirtebilirsiniz. Ayrıca bültenime abone olursanız ne güzel olur 🙂 Bülten aboneliği için aşağıya tıklayabilirsiniz: https://ingilizfiliz.com/newsletter-sign-up/ Keyifli okumalar… 🙂

2 Comments

Bir Cevap Yazın

tr_TRTürkçe