Geçtiğimiz Cumartesi (18 Mayıs) benim için garip bir gündü. Çünkü Mezunlar Günü vesilesiyle yüksek lisans yaptığım Warwick Üniversitesi’ni dört yıl sonra ilk kez tekrar görecektim. Her yıl yapılan bu etkinliğe katılmayı ne zamandır istiyordum aslında. Ama bu yıl katılmam daha iyi oldu, çünkü Mezunlar Derneği bu sefer “Mutluluğun Etkisi” başlıklı bir günlük, ücretsiz bir konferans hazırlamış. Bu konuda rastladığım haber ve makaleleri kaçırmadığım için üzerine kaymak oldu, bir taşla iki kuş diyerek etkinliğe katıldım. İşte konferansın düzenlendiği Öğrenci Birliği binası:
Yaz akademik dönemi içinde olduğumuz için okul fazla kalabalık değildi, böylece kampüste dolaşmanın tadını daha çok çıkarabildim. Gerçi sadece 6 ay kalmıştım burada, çünkü stajımı Londra’da, bitirme projemi ise Türkiye’den yapmıştım. Yine de özlemişim. Kampüste gezinirken herhalde en çok da hazırlayacağı ödevden ya da hazırlanacağı finalden başka bir derdi olmayan öğrencileri kıskandım. Hayat gailesi insanları nerelere sürüklüyor diye düşünüp durdum. Birkaç saatliğine de olsa yemyeşil kampüste dolanmak çok güzeldi ama:
Konferansın mutluluk temasını işlemesinin nedeni, konunun okulda bitirdiği bölüm, çalıştığı sektör, yaş aralığı farklı olan pek çok mezunun ortak ilgi alanı olabileceğinin düşünülmesiymiş, ki bence bu hayli isabetli bir seçim olmuş. Bir sosyal bilim alanı olarak mutluluk ve ekonomisi, görece yeni, yalnızca 20 yıldır üzerinde çalışılan bir konuymuş. Zaten Mart ayı da Birleşmiş Milletler’in ilk Uluslararası Mutluluk Günü olarak kutlanmış. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon bu günün doğuşunu şöyle açıklıyor: “Bu kapsayıcı ve sürdürülebilir insani gelişime dair taahhütlerini pekiştirmeye ve başka insanlara yardım etmeye dair verdiğimiz sözü yenileme fırsatıydı. Herkesin iyiliği ve kamu yararı için çalıştığımızda bizzat kendimiz de zenginleşiriz. Şefkat mutluluğu doğurur ve istediğimiz geleceği inşa etmemize yardım eder.” İngiltere Başbakanı David Cameron da 2010’da yaptığı bir konuşmada “Hayatta paradan başka şeyler de olduğunu kabul etmemizin, yalnızca gayrisafi yurtiçi hasılaya değil, gayrisafi yurtiçi mutluluğa, genel refaha odaklanmamızın zamanı geldi.” demişti. Cameron hükümetinin İngiltere’nin ulusal kalkınmasının göstergelerinden biri olarak mutluluğu ölçmeye yönelik planları 2010 yılında açıklanmıştı. Ayrıca aynı yıl İngiltere’de Action for Happiness adlı, olumlu toplumsal değişim adına mutluluğu ön plana koyan bir STK kuruldu. Bu STK’nın üyeleri İngiltere’nin farklı kentlerinde bir araya gelerek çeşitli konferanslar düzenliyorlar. Ayrıca kitaplar ve kuruluşun internet sitesi yoluyla da kişisel mutluluğun dozunu artırmaya çalışıyorlar. (Daha fazla bilgi için: http://www.actionforhappiness.org) Bütün bunlara da bildiğim kadarıyla Butan adlı ülke esin kaynağı olmuş, zira bu ülke refahı 1971’den bu yana gayrisafi yurtiçi hasılayla değil, vatandaşlarının mutluluk düzeyiyle ölçüyor. Buna ülkede yaşayanların ruhsal, bedensel, toplumsal ve çevresel sağlık düzeyi de dahil.
Etkinliğe dönersek, çoğuna katıldığım seminerlerden ilginç bulduğum noktaları burada paylaşmak boynumun borcu… Seminer programı aşağıdaki gibiydi:
Dünyada ünlü davranışsal iktisatçı ve ödüllü Financial Times gazetesi yazarı, BBC Radyo 4 programcısı Tim Harford, “Daha Çok Hata Yapın” başlıklı sunumunda mutlu olmak için risk almak gerektiğini savundu ve şöyle bir örnek verdi: bir grup içindeyken hepimize yöneltilen sorunun doğru cevabını bildiğimiz halde salondaki herkes yanlış cevabı verdiği için kaç kere sesimiz çıkmamış, doğruyu bildiğimiz halde güvende olmak istediğimiz için yanlış cevabı söyleyenlerin bir parçası olmuşuzdur? Bunu birçok kez yapmışızdır, sadece yalnız kalmamak için. Harford’ın dikkat çektiği önemli bir diğer nokta da kayıplarımızla ve hatalarımızla yüzleşmemiz, onlarla barışmamız gerektiğiydi. Hatalarımızdan ders almak, sorumluluk alarak çok çalışmak ve o hataları düzeltmemiz şart. Yani hata yapmaktan korkmamalıyız, ama onları düzeltmeliyiz… hatta “doğru yönde hata yapmalıyız.”
En çok ziyaretçi çeken etkinliklerden biri kuşkusuz günün tek paneliydi: “Mutluluğun Etkisini Haritalandırmak: Bireyselden Toplumsala” başlıklı bu etkinliğin ilk konuşmacısı, mutluluk konusunda akademisyen olarak çalışan Nick Powdthavee idi. Akademisyen mutluluğun ekonomisi üzerine konuştu. Kendi hayatından örnek vererek bir türlü tutturulamayan iş / yaşam dengesine değindi. Bu üniversitede okurken tanıştığı eşinin bir zamanlar günde en az 12 saat çalışan ve hiç tatil yapmayan, ancak çok yüksek bir maaşa sahip bir avukat olduğunu, kendisinin ise haftada 6 saat ders verdiği için az para kazandığını, ama boş zamanının çok olmasından dolayı mutlu olduğunu belirtti. Eşinin işi nedeniyle dört yıl boyunca birbirlerinden uzak, farklı kıtalarda yaşamışlar, şimdi Londra’da birlikte yaşıyorlarmış. Eşi işinden istifa etmiş ve huzurevleri ile hayvan barınaklarında gönüllü olarak çalışıyormuş, çok da mutlularmış.
Powdthavee’nin verdiği diğer örnek bu kez bir araştırmanın sonuçlarına dayanıyordu. Bir grup deneğe yılda 10.000 dolar daha az kazanıp 20 gün ekstra tatil mi yapmak isterdiniz, yoksa daha az izin yapıp yılda 10.000 dolar fazla kazanmak mı isterdiniz, diye sormuşlar. Tahmin edilebileceği gibi insanlar para kaybetmek yerine izinlerinden kısmayı tercih etmişler. Bir başka örnek ise mutluluğu etkileyen etmenlerden biri olarak gösterilen iklim üzerineydi. ABD’nin Orta batı eyaletleri (Ohio, Michigan, Indiana, Illinois, Wisconsin, Minnesota, Iowa) ve deniz-güneş memleketi olarak tanınan California’da yaşayan insanlara sizce hangi bölgede yaşayanlar daha mutlu, diye soruyorlar. Orta batı eyaletlerinde yaşayanlar California’da yaşayanlar daha mutludur, yanıtını veriyorlar. Ancak sonunda ortaya çıkıyor ki aslında Californialılar onlardan daha mutlu değil. Bunun gösterdiği ise havanın güzelliğinin yani iklim koşullarının bir insanın mutluluğunu etkileyen tek etmen olmadığı. Öte yandan klasik “Para mutluluk getirir mi?” sorusunun cevabının da “hayır” olduğu belirtildi. Son olarak Powdthavee evle iş arasında gidip gelerek trafikte harcadığımız süre zarfında para kazanmadığımız için bu sürenin bizi mutsuz ettiğine de değindi. Bu nokta (ben de dahil) ev ofislerin verimliliği artırdığını düşünenleri haklı çıkarıyor. Powdthavee’nin son olarak aktardığı bir diğer nokta da mutluluğun bulaşıcı olduğu; yani eşlerden biri mutluysa diğerinin de mutlu olduğu. Tabii tam tersi de geçerliymiş.
Bir sonraki konuşmacı, “The Flying Dodo” adlı şirkette mutluluk müdürü ve danışmanı olan Michelle Collins’ti. Daha önce pazarlama alanında çalıştığı için konuşmasında daha çok işyerinde mutluluk üzerinde durdu. Bugün şirket perfomansı ve gelişimi anlamında yanlış öğelerin ölçüldüğünü, büyüme, ürün ve etkenlik yerine mutluluğu ve ilişkileri ölçmek gerektiğini söyledi. Farklı fikirleri sınamak için deneme yanılma yönteminin ne kadar önemli olduğunu belirtti. Collins iş dünyasında başarı için mutluluğun çalışandan müşteriye ve müşteriden şirket hissedarına geçmesi gerektiğini ifade etti. Buna göre mutlu çalışan daha iyi performans göstererek müşteriyi mutlu eder. Mutlu müşteri sözkonusu şirkete sadık kalır. Böylece şirket daha az maliyete, daha çok kâr eder. Ayrıca müşteri sadakati de müşteri kitlesinin ekstra bir ücret ödenmeden büyütülmesi ve şirketin itibarının artması anlamına gelir. Bu modele göre önemli olan:
- Nicelik yerine nitelik
- Fiyat yerine değer
- Müşteri memnuniyeti yerine müşteri mutluluğu
- Müşteri edinme yerine müşteriyi elde tutma
- Müşteri geliri yerine müşterinin yaşam boyu değeridir.
Paris Ekonomi Okulu’nda hoca olarak görev yapan Andrew Clark ise konuşmasında gayrisafi yurtiçi hasılanın artışının mutlulukta artışı beraberinde getirmediğini söyledi ve mutlulukla mutsuzluğun nedeni olan etmenleri sıraladı:
a-İşsizlik: Eğer siz de eşiniz de çalışıyorsanız en ideal durum bu. Eğer eşiniz çalışmıyor ve siz çalışıyorsanız mutlu olabilirsiniz. İkiniz de işsizseniz gene iyi. Ama eşiniz çalışıyor ve siz işsizseniz bu en kötü denklem, çünkü işsizliğe alışılamıyor.
b-Evlilik/boşanma: Evliliğe de , boşanmaya da bir yıl sonra alışılıyor. Çocuk sahibi olmanın mutluluğa özel olarak bir etkisi yok. Özellikle çocuklar küçükken mutluluk katsayısına faydaları olmuyor.
c- Obezite: Obezite insanı mutsuz ediyor, özellikle de eşlerden biri obez, diğeri normal kilodaysa. İngiltere’de obezite artıyor, ülke yüzde 24,2’lik obezite oranıyla dünyada ilk 10 ülke arasında.
d-Dini inanç : İnsan sosyal bir hayvandır. Dolayısıyla dini inancın insanın mutluluğuna katkıda bulunduğu söylenebilir. Dini inancı olan insanlar inanmayanlara göre işsizlik yüzünden daha az mutsuz oluyorlar.
“Sağlam ve Sağlıklı bir Zihni Kullanarak Hayatın Tadını Çıkarın” adlı kitabın yazarı Steve Mills ise “Hayatın Tadını Çıkarın” başlıklı konuşmasında zihin ve beden arasında ilginç bir paralellik kurdu. Aslında Mills’in teorisi, bizim “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” şeklindeki atasözümüzün biraz geliştirilmiş versiyonu üzerine kurulu 🙂 Mills’e göre zihinsel ve fiziksel katılığa karşı iki anlamda da esnek olmak, mutluluğu getiren etmenlerden sadece biri. Zihinsel ve fiziksel dayanıklılığın da öneminden bahseden konuşmacı ayrıca izleyicilerine, “idare eder” bir hayatı mı yoksa güzel, hoş bir hayatı mı tercih edeceklerini sordu. Yazar ve din adamı John Calvin Maxwell’in hayatın yüzde 10’unun kader, yüzde 90’ının ise bizim kadere verdiğimiz tepkilerden ibaret olduğu yönündeki özdeyişini örnek veren Mills, iyi bir hayatın bizim seçimimizle mümkün olduğunu ve zihinsel gücün herşeyin iyi yönünü görmekle, olumlu düşüncelerle başladığını savundu. Bu da tabii ki esnek bir zihni, yani farklı fikirlere açıklığı beraberinde getiriyor.
Seminerler yenileme projesi yeni bitmiş, artık rengarenk olan Öğrenci Birliği Binası’nın yeni mekanlarından teras barında verilen resepsiyonla son buldu. Yorgun zihinlerimizi iki kadeh şarap eşliğinde dinlendirdik, fotoğraflar çektik, güzelim kampüste kısa bir yürüyüş yaptık ve günübirlik gezimizin sonuna geldik. Londra’ya giden trene bindiğimizde okul hatıralarının ve artık öğrenci olmamanın getirdiği burukluk yerini normal hayatımıza dönmenin rahatlığına bıraktı. Trenden indiğimizde ise Londralılarla birlikte şehrin kalabalığına yeniden karışmaya hazırdık…