Londra’nın sevilen etkinliklerinden biri de her yıl doğum ayımda Regent’s Park’ta düzenlenen Taste of London (Londra’nın Tadı). Buna bir yemek festivali ya da fuarı diyebiliriz. 55.000 kişinin katıldığı fuarda ünlü şefler yemek yapmayı da öğretiyor.
Yakın bir arkadaşım sağ olsun biletlerini benimle paylaşınca, bir akşam iş çıkışı buraya gitmek kaçınılmaz oldu 🙂 Yine bu arkadaşımla ve eşimle gitmiştim 6 yıl önce bu fuara. Hatırladığım kadarıyla sanki bu yıl daha çok stand ve marka fuara katılmıştı gibi geldi bize. Bu da denenecek daha çok yiyecek ve içecek demekti ve keyfimizi iyice cilaladı 🙂
Fuarı bilet fiyatına dahil olan birer kadeh Laurent Perrier şampanya ile açtık. Sıcak havada iyi gitti doğrusu! Daha sonra standlara yöneldik. Birçok marka hem ücretsiz, deneme boyu ürünleri dağıtıyor, hem de fuara özel indirimler yapıyordu. Yani beğendiğimiz ürünleri ucuza alma şansı vardı. Biz çay almayı tercih ettik. Bazı şirketler ve lokantalar sağ olsunlar, indirim kuponları, bez çantalar bile hediye ettiler bize 🙂
Bu bölüm bitince karnımız acıkmıştı ve ücret karşılığı yemek satan lokanta standlarına yöneldik. Londra’nın ünlü ve “trendy” restoranları burada yan yana bizi bekliyordu! Her lokanta açtığı standda, üç veya dört çeşit yemek hazırlıyor ve başlangıç / meze porsiyonunda sunuyor. Dolayısıyla birçok yemeği denemeniz amaçlanmış. Bu ancak iyi bir şey olabilir 🙂 Bu küçük porsiyonların fiyatları da ona göre: 4-7 sterlin arasında geziniyor. Her standın bir de “şefin tavsiyesi” olarak çevirebileceğim “Icon Dish”i var. Bunlar günün spesiyali tadında, daha özel yemekler ve fiyatları daha pahalı. Gelelim bizim denediklerimize:
The Cinnamon Club (Tarçın Kulübü) adlı modern Hint lokantasının baharatlı ve fıstıklı karpuz ve masala “chaat” yemeği gönlümüzü çeldi. Hem kıtır kıtır, hem de lezzet doluydu. Gerçekten ilginç bir kombinasyondu.
Daha sonra Hint turşulu, salamura rezeneli, tanduri baharatlı ahtapotu denedik. Nefisti!
Les 110 de Taillevent adlı, iki Michelin yıldızlı Paris kökenli Fransız lokantasından ıstakoz soslu buğday risotto’su ise aşağıda: Sosu biraz fazla tuzlu olmakla birlikte gerçekten şahaneydi.
Denemek istediğim lokantalardan biri olan Duck and Waffle’dan bildiğin duck and waffle. Bunu “Icon Dish” olmasına rağmen tat kombinasyonu olarak beğenmedim. Hiç de ucuz değildi üstelik! Ördek butu, akçaağaç şuruplu waffle ve en üste sahanda ördek yumurtası. Waffle çok tatlıydı ve ördeğin güzelim tadını bastırıyordu. Yumurta da bu bileşime çok kel alakaydı.
Bunun dışında Illy’nin yarım saatlik, ücretsiz espresso dersleri vardı, ama istememize rağmen saati fark etmeyip maalesef kaçırdık. Hava o kadar güzeldi ki, Londra’da kendini pek göstermeyen nazlı güneşin tadını sonuna dek çıkarmaktan unutmuşuz 🙂 Sonra sıra geldi Almanya Şarapları standına. Burada, benim çok karakterli bulduğum, asidik ama buruk olmayan güzel Riesling şaraplarından bazılarını tatma olanağı bulduk. Aşağıda tattığım Devil’s Rock Riesling 2016 şarabının şişesini görebilirsiniz. Normal Riesling’lerin aksine epey meyvemsiydi. Sıcak yaz günlerinde son derece ferahlatıcıydı. Üstelik fiyatı da çok uygun. Co-op adlı süpermarkette 6 sterline satılıyor. Aynı fiyata satılan bazı şaraplardan da çok daha güzel üstelik. The Daily Telegraph gazetesinde geçen yıl en iyi yaz şarapları listesine girebilmiş bir güzellik.
Almanya’nın ardından sıra geldi Taste of Turkey standına. Birkaç kişide gördüğümüz Simit Sarayı bez çantalarının kalbine doğru yol aldık. Bu tür tanıtım etkinliklerinde olduğu gibi Türkiye standı gayet büyük ve dikkat çekiciydi. Kiralanması için epey para döküldüğü aşikar. Ama gel gör ki standda sunulan bembeyaz, ortasından püsküller çıkmış korkunç karpuz, turuncumtrak kirazlar ve ezilmiş çilekler ülkemizi hiç de iyi tanıtmıyordu! Bugün Londra’da Türk marketlerinde, hatta Marks and Spencer’ın süpermarketinde bile çok lezzetli, kırmızı karpuzlar satılıyor. Bu kötü meyveleri nereden bulmuşlar ve neden standa koymuşlar, insan hayret ediyor. Bir şeyi iyi yapmayacaksanız hiç yapmayın değil mi? Güzel karpuz bulamadıysanız lokum ikram edebilirsiniz. Sofra Lokantaları’nın sahibi Hüseyin Özer oradaydı, ama Sofra’nın yemekleri standlarda yoktu.
Sonra kendimizi Türk kahvesi standının önünde bulduk ve sevindik. Ama Türk kahvesi, şeker, su ve elektrikli ocak görevlinin önünde dursa da, bize kahve yapmaktan nedense kaçındı. Nasreddin Hoca’nın “Ne duruyorsun, helva yapsana!” kıvamına gelmiştik ama kahve içmek kısmet olmadı 🙂 Hatta görevlinin bizi görmezden geldiğini bile söyleyebilirim. Hiçbir iletişim kurulmadı. Başka ülkelerin standlarına gidince hemen güler yüzlü ve ilgili insanlar dikkati çekiyor ve ülkelerini tanıtmak için canla başla çalışıyor ve adeta yarışıyorlar. Neden Türkiye’nin standındaki görevliler bu kadar ilgisiz? Bu başka fuarlarda da başıma geldi. Yapmış olmak için iş yapar gibi bir halleri var. Anlamak mümkün değil!
Her ne kadar Kahramanmaraş dondurmacısı ilgi çekse de, taze fındık-fıstık ikram edilse de, Simit Sarayı ürünlerini sunsa da, bu kadar büyük bir standda çok daha fazlası yapılabilirdi diye düşünüyorum.
Geldik son lezzet bombasına… Denemek istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım Pizarro adlı İspanyol restoranından mürekkep balıklı kroket ile yaptık kapanışı. İyi ki de öyle yapmışız! Hem çok orijinal bir tarifti, hem de nefisti!
Seneye gitmek isteyenler için Taste of London internet sitesi:
Herkese tadı damağında kalan yemeklerle ve kahkahalarla dolu, şeker gibi bir bayram diliyorum! 🙂