Tam da blogum için ayda bir yazı çıkardığımı düşünmeye başlamıştım ki araya buralarda fazla erken başlayan ve bana göre fazla ciddiye alınan Noel ve yılbaşı telaşından payıma düşenler ve daha sonra yine çok ama çok hızlı geçen Ocak ve kısalığından ötürü hemen biten Şubat ayı girdi. Yazmak istememe ve kafamda çok konu birikmesine karşın gerek iş gerek sosyal hayatımdaki yoğunluk buna engel oldu. Sefiller’in (Les Miserables) müzikal film versiyonunu bu ay izledim. The King’s Speech filminin ödüllü yönetmeni Tom Hooper’ın filmini genel olarak epey başarılı buldum, ama bazı kusurları da yok değil.
Müzikalin en önemli defolarından biri, ikinci başrolü oynayan ve kariyerinin müzikal tiyatroyla başladığından dem vurulan Russell Crowe’un (Javert) sesinin bazı şarkılara yetmemesi olmuş. Herhalde kendisi müzikal tiyatroya uygun olmadığına erken karar vermerek sinemaya yönelmiş! Crowe müzikal olmasaydı bu filmde çok daha fazla göz doldurabilirdi, zira oyunculuk performansı kötü değildi. Cosette’i oynayan Amanda Seyfried’in de sesi yetersiz değilse bile son derece sıradan, insanı hiç etkilemeyen bir soprano, ama çok fazla şarkısı olmadığı için bu çok göze batmıyor.
Helena Bonham Carter ve Sacha Baron Cohen’in performansları hakikaten filme renk katiyor, soyguncu ve ahlaksız meyhaneci Thenardier çiftini çok güzel canlandırıyorlar. Yer aldıkları bütün sahnelerde diyaloglarıyla, kıyafetleriyle ve mimikleriyle filmin canlanmasına büyük katkıda bulunuyorlar. Zira filmde bol kepçe bulunan Paris’in arka sokaklarındaki pislik, zulüm, yoksulluk, çaresizlik, kadersiz fahişeler, dilenciler ve hırsızlar yer yer iç karartıyor ve bir iki yerde filmin ağırlığının komik sahnelerle dengelemesi gerekli, ama Thenardier’lerin sahneleri bu kadar uzayınca aslında dramatik bir yapıya sahip filmin asıl vermesi gereken duygular hafifletiliyor bence. Filmin üç saatlik uzun süresi bu komedi sahneleri yerine 1832’de Paris’te patlak veren ve eminim birçok kişi tarafından pek de bilinmeyen “Haziran İsyanı”nın arka planına ayrılsaydı, kahramanların uğruna savaştığı, bazılarının da öldüğü değerler daha iyi anlaşılabilirdi.
Öte yandan müzikalin şarkılarından biri hariç tümünün Victor Hugo’nun bir şekilde tanıdık, bildik romanı Sefiller’in, Paris’te 32, Londra’da 27, New York’ta ise 29 yıldır sahnelenen müzikaline ait olması da yapımın zayıf noktalarından biri. Aslında Claude-Michel Schönberg’in akılda kalıcı müziğine ve Herbert Kretzmer’in yazdığı etkileyici sözlere diyecek yok, ama müzikalde de, müzikal filmde de aynı melodilerin farklı sözlerle, birçok kahramanın ağzından sanki başka bir şarkıymış gibi söylenmesi ve bunun tek bir sefere mahsus olmaması orijinalliği bozuyor. Yalnızca “Suddenly” adlı şarkı bu film için yazılmış, ama yeni şarkıların sayısı daha fazla olmalıydı. Öte yandan bu durum tüm müzikaller için geçerli değil. Örneğin yine Victor Hugo’nun “Notre Dame de Paris / Notre Dame’ın Kamburu” adlı eserinin 15 yıl kadar önce Paris’te sahnelenen müzikalinde duyduğunuz bir melodiyi bir daha duyamıyordunuz, bir dakika da sürse şarkıların hepsi birbirinden farklıydı. Bu linkten bu müzikalin ilk şarkısına ulaşabilirsiniz, daha sonra Youtube sizi sahne sahne diğer şarkılara yönlendiriyor zaten:
Buna karşılık Londra-Greenwich, Fransa’nın güneyi ve İngiltere’nin değişik kırsal bölgeleri gibi birçok farklı yerde çekilen yapım, oyunculuklar, müzikal performanslar, kostümler ve yönetmenlik anlamında övgüyü hak ediyor. Başroldeki Jean Valjean’ı oynayan Hugh Jackman ve Fantine rolündeki Anne Hathaway kendilerinden hiç beklemediğim kadar iyi müzikal performanslar sergiliyorlar. Özellikle oyunculuğunu genelde yüzeysel bulduğum Anne Hathaway, müzikalin en güçlü ses gerektiren ve en zor şarkılarından birini (Susan Boyle’un da katıldığı yarışma programında söyleyerek ünlü olduğu “I Dreamed a Dream”) ağladığı halde hem hiç detone olmadan, hem nefesi yeterek hem de duygusunu vererek söylüyor. Hathaway aynı şarkıyı çekimlerde 8 saat boyunca söylemiş ve dördüncü kaydı filmde esas alınmış. Fantine’in ölüm sahnesi için de çok kilo vermiş, ayrıca fragmanda görüldüğü üzere uzun saçlarını film için kazıtmış. Başroldeki Hugh Jackman ise rolünde ve sesiyle harikalar yaratıyor. Bir aksiyon filmi starından hiç beklenmeyecek güzellikte ve güçte bir sesi, duygulu ve hoş bir ses rengi var. Bu özellikle “Bring Him Home” ve “Suddenly” adlı ağır tempolu şarkılarda belli oluyor. Filmin Valjean’ın kürek mahkumu olduğu dönemi anlatan açılış sahnelerinin çekiminden önce Jackman 36 saat su içmeyerek gözlerini ve yanaklarını çökertmiş. Rolü için 10 kilo zayıflayan oyuncu, takma sarı dişleri, kazınmış kafası, etkileyici makyajı ve kırmızı gözleriyle gerçek bir kürek mahkumu olduğuna insanı inandırıyor. Bu halinden Valjean’ın birkaç yıl sonra zengin ve yardımsever, iyi kalpli belediye başkanına dönüşümü de inanılmaz:
Yan rollerden Eponine’i oynayan Samantha Barks da rolü uzun olmasa da güzel ve güçlü sesiyle, duygusallığıyla umutsuz aşkın pençesindeki genç kızı başarıyla canlandırıyor. Barks Londra’da iki yıl önce düzenlenen “Sefiller Müzikali 25. Yıl Konseri”nde de zaten aynı rolü oynamış. Enjolras’ı oynayan Aaron Tveit da son derece karizmatik ve idealist isyancı lideri rolünde başarılı. Thenardier çiftinin en küçük oğlu olan Gavroche’u oynayan Daniel Huttlestone ise şarkılarını biraz zorlanarak söylemesine rağmen isyancılardan yana saf tutması ve şirinliğiyle rolü götürüyor.
Yönetmen Hooper’ın ender rastlanan şekilde tüm oyunculara şarkılarını o an çalınan piyano eşliğinde sette canlı şekilde söyletmesi, oyuncuların role girmelerini ve müzikalin duyguların seyirciye geçebilmesini kolaylaştırmış. Post prodüksiyon aşamasında da orkestranın çaldığı bölümler kayıtlara eklenmiş.
İngiltere’de 11 Ocak’ta gösterime giren Sefiller, En İyi Film, En İyi Aktör (Hugh Jackman) ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Anne Hathaway) dallarındaki Altın Küre ödüllerini topladı. Ayrıca En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Anne Hathaway), En İyi Saç-Makyaj Tasarımı, Yapım Tasarımı ve En İyi Ses dallarında İngiliz BAFTA ödüllerinin sahibi oldu. En İyi Film, En İyi Aktör (Hugh Jackman), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Anne Hathaway), En İyi Kostüm Tasarımı ve En İyi Saç-Makyaj Tasarımı dallarında aday olduğu Oscar Ödülleri’nden son üçünü hakkıyla alacağı bence kesin. Ancak En İyi Aktör dalındaki Oscar’ın Lincoln’ü oynayan Daniel Day-Lewis’e gideceği kesinse de Hugh Jackman da rolünü en az Day-Lewis kadar iyi oynamış bence. Türkiye’de 1 Mart 2013 tarihinde gösterime girecek olan filmin fragmanı burada.