Milliyet gazetesi Pembe Nar ekinde, gazeteci ve sağlık köşe yazarı Esra Öz’e verdiğim İngiltere medyası konulu röportaj yayımlandı.
Şu linkten okuyabilirsiniz.
Teşekkürler Esra Hanım! 🙂
Ayrıca aşağıya da kopyalıyorum:
“İngiltere basınında neler oluyor?
Yıllardır blog yazdığım için blog okumayı da çok severim. Bu nedenle takip ettiğimde yenilikler kazandıracak adresleri tercih ediyorum. Sevdiğim blog adreslerinden biri de ingilizfiliz.com, İngiltere’de yaşıyor ve keyifle okunacak yazılar yazıyor.
Medya konusundaki yazılarını ilgiyle takip ettiğim “İngiliz Filiz” ile hem İngiltere hem de dünya basını hakkında keyifli bir söyleşi yaptık.
Öncelikle böyle güzel bir blog hazırladığınız için teşekkürler. Hem öğretici hem de çok keyifli bir sayfanız var. Medya ile ilgili yazı yazmanızdaki neden nedir?
Güzel sözleriniz için ben teşekkür ederim, ne mutlu bana! Medyaya küçük yaşlardan itibaren ilgi duymaya başladım. Çocukken evde kendi kendime gazete hazırlamıştım. Lise yıllarında okul gazetesini çıkaran ekipteydim. İlk yazımı herhalde o dönemde yazmıştım. Daha sonra üniversitede isteyerek iletişim okudum ve bölümü çok sevdim. Bir gazetede ve bir radyoda yaptığım stajlardan sonra altı aylığına da olsa muhabirlik yaparak gazeteciliği tatmış oldum. Hayallerimdeki meslekti! Gazetecilikte beni çeken yenilik ve dinamizmdi: Hiçbir iş günü birbirinin aynısı olmuyordu, rutin yoktu, hareket vardı. Haberi ilk ağızdan, kimse bilmiyorken alabilmek, araştırmalar sonucu yeni şeyler öğrenmek, röportajlar sayesinde yeni kişiler, meslekler tanımak, yazılan haberlerin topluma fayda sağlayacağı düşüncesi yani sosyal fayda… Daha sonra İngiltere’ye taşındığım için gazeteciliğe maalesef devam edemedim. Ama yazı yazma hevesim hep baki kaldı. Ben de bu nedenle blogumda yazı yazarak bu isteğimi tatmin etmeye çalışıyorum. Elimden geldiği kadar medya seminerlerine giderek İngiltere’de medya ile ilgili bildiklerimi pekiştirme ve yeni şeyler öğrenme amacındayım. Ayrıca blogda haber yazımının katı kurallara bağlı kalmak zorunda olmamak da hoşuma gidiyor. İçimden geldiği gibi, formülsüz, resmiyetsiz yazıyorum. Okurlarımın yaptığı yorumlara bakılırsa bu hoşlarına gidiyor. Sanırım blogların sevilme nedeni, bir yerde klasik medyaya kıyasla “üstünlüğü” de bu: Blog yazarının içtenliği ve konuşur gibi yazması blogların başarısında büyük rol oynuyor diye düşünüyorum.
Katıldığınız etkinliklerin bazıları gazetecilerin konuşmaları ile ilgili oluyor. İngiltere’de gazetecilerin çalışma koşulları, hakları ve sahip oldukları avantajları hakkında bilgi verir misiniz?
Malum internet çağındayız, İngiltere’de de birçok ülkede olduğu gibi gazeteler maddi sorunlarla boğuşuyorlar, çünkü habere erişim artık çok kolay, çok hızlı ve bedava. Herkes haberi internetten alır oldu. Dolayısıyla basılı gazetelere ilk bakışta ihtiyaç kalmadı gibi görünebilir. Buradaki dört ciddi bulvar gazetesi olmayan, gazeteden ikisi internet erişimini paralı hale getirerek abonelik sistemi kurdu. Diğer ikisinin internet sitesi ise hala ücretsiz… Bunlardan biri de iyi gazetecilik yapmasına rağmen zarar etmekten kurtulamayan The Guardian. Bu gazetede çalışanların gazetenin maddi sorunlarından nasibini aldığını sanıyorum.
Bunun dışında genç yani mezun gazetecileri etkileyen bir sorun, özellikle blog ve internet sitelerinde çalışan gençlerin aylarca full-time ve parasız çalıştırılması. Kendilerini henüz kanıtlayamadıkları için buna karşı çıkamıyorlar, çünkü bu sürecin sonunda kendilerine iş teklif edileceği umudunu besliyorlar. Bazen bu gerçekleşiyor, ama bazen de gerçekleşmiyor ve o kadar süre parasız çalışan insanlar kiralarını bile ödeyemeyebiliyorlar. Özellikle Londra gibi bir dünya kentinin pahalılığı düşünülürse, bu insanlar bu büyük şehirde nasıl geçinecekler, onu düşünen yok. Rekabet de çok. Ama başkent olarak İngiltere medyasının kalbi burada atıyor, dolayısıyla gençler Londra’ya gelmedikleri takdirde fazla iş olanakları olmuyor. Küçük şehirlerde ancak yerel gazetelerde iş imkanları var. Büyük gazeteler bu gençlerin en azından yol ve yemek gibi masraflarını ödüyor, o da bir şey. Ama daha küçük ölçekte de olsa bu sorun büyük medya kuruluşları için de geçerli.
Hak ve avantajlar konusunda ise, İngiltere’deki gazetecilerin Batı ülkelerinin genelinde olduğu gibi nispeten daha özgür bir ortamda çalıştıklarını söyleyebilirim. NUJ (National Union of Journalists) başta olmak üzere ülkedeki gazetecilik sendikaları, kuruluşları ve dernekleri güçlü ve aktifler, bu da gazetecilerin özgür çalışmasında büyük rol oynuyor.
Bir yazınızda İngiltere ve Hindistan arasındaki medya pratiklerini karşılaştırmıştınız. Buna Türkiye’yi de eklersek neler söylersiniz?
İngiltere’de ciddi gazeteler ve bulvar gazeteleri arasında çok net bir ayrım var. Bunu İngiltere’ye yerleştikten sonra fark ettim. Bizde bulvar gazeteleri zaten vardır, ama gündemi belirleyen ciddi gazetelerin de genelde magazinel bir tarafı olur. Sanki aradaki bu sınır Türkiye’de o kadar net çizilmemiş gibi. Mesela Türkiye’de magazin ekleri daha çok ünlülerin özel hayatına odaklanıyor. Halbuki İngiltere’deki ciddi gazetelerin de magazin ekleri var, bu yayınların da tıpkı Türkiye’deki gibi Güzin Abla, yemek, mizah, bulmaca, TV gibi köşeleri oluyor. Onlar da ünlülerden bahsediyorlar, ama fark şurada: özel hayatlarını didikleyen paparazzi mantığı gütmüyorlar. Sanatçılarla yaptıkları işler, mesele oynadıkları son oyundaki rolleri üzerine röportaj yapmak burada daha yaygın. Medya pratiği açısından farklardan biri bu…
Bunun dışında, ana akım medyanın bazı haberleri görmezden gelmesi sonucunda kamuoyunun bu olaylardan haberi olmayabiliyor. Ama bu dünyanın herhalde bütün ülkelerinde geçerli olan bir sorundur. Öte yandan, bahsettiğiniz yazımda, Hint asıllı Amerikalı gazeteci ve akademisyen Sidart Varadarajan’ın belirttiği gibi; eleştirel, muhalif veya bağımsız medyanın varlığı Hindistan’da kuvvetli değil. Türkiye’nin de bu açıdan İngiltere’den ziyade Hindistan’a daha yakın olduğunu söylemek herhalde mümkün.
Hangi haberlerin verildiği ve nasıl verildiği biraz da sahiplikle ilgili bir durum tabii… Örneğin The Guardian gazetesinin sahibi bir şahıs veya şirket değil. Gazete, bağımsız bir medya grubuna, yani gazetenin editoryal ve maddi bağımsızlığını muhafaza etmek için çalışan Scott Trust Limited’e ait. İlginç ve orijinal, Türkiye’de pek görmediğimiz bir sahiplik şekli bu.
Bir de aynı gazete, reklamların yanı sıra, üyelik sistemiyle ve yan oluşumlarla maddi zararını telafi etmeye çalışıyor. Guardian Membership adlı üyelik sistemi, abonelik sistemi yani gazetenin kapınıza gelmesi anlamına gelmiyor. Üye olarak gazeteye bağış yapıyorsunuz. Bir nevi “crowdfunding” gibi düşünebiliriz bunu. The Guardian’ın bunun dışında, gazetecilik, yazarlık ve sinema gibi dallarda seminerler verilen Guardian Masterclasses gibi bir yan oluşumu daha var. Bu da bir gelir kapısı. Türkiye’de bildiğim kadarıyla böyle yollara pek başvurulmuyor.
Profesör Dr. George Brock ile ilgili yazınızda özgün haberciliğin geleceğine dair yorum ve analizden ibaret olarak yorumlanmış. Bu konudaki son görüşler neler?
Bildiğiniz gibi, artık her haberi her türlü kanaldan, özellikle de internetten, bir tıkla alabiliyoruz. Gazetelerin internet siteleri olsun, haber siteleri ve app’ları (uygulamaları) birçok insanın vazgeçilmezi oldu. Bazı haberler birbirinin aynı, bazıları reklam haber, bu kalabalık ve gürültülü haber kirliliği içinde güvenilir, doğru, özgün ve farklı haberciliğe erişmek zorlaşıyor. Dolayısıyla değeri daha iyi anlaşılıyor.
Özgün haberciliğin geleceği anlamında ben yurttaş gazeteciliğini ve blogları çok önemsiyorum: Çok demokratik, resmiyetsiz ve doğal buluyorum. Yurttaş gazeteciliği bir olayı olay yerinden ve anında aktarma konusunda sıradan gazetecilikten daha dinamik ve hızlı. Dolayısıyla bir anlamda üstünlüğü var. Yani kesinlikle gerekli… Haber bloglarının da özgür basın içinde farklı bir yeri var ve kesinlikle var olmalılar.
Ancak elbette yurttaş gazeteciliği veya bloglar bir uzmanın, köşe yazarının, akademisyenin, bilim insanının yapacağı analizlerin yerini tutmuyor. Yoruma, analize, uzman görüşüne habere veya sosyal medyaya olduğu kadar kolay erişemiyoruz. Dr. Brock’u bu noktada haklı ve öngörülü buluyorum.
Brock şöyle bir tahminde bulunmuştu: Gelecekte günlük gazetelerin yerini haftalık gazeteler veya Pazar gazeteleri alacak, bazı gazeteler de dergi gibi uzmanlaşmış yayınlar haline gelecekler. Bu tezi henüz, en azından İngiltere’de gerçekleşmiş değil. Ama gazetelerin dönüşüm yaşadığına dair görüşü geçerli. Bu konuya İngiltere’den örnek olarak, Financial Times adlı ciddi gazeteyi verebilirim. En pahalı İngiliz gazetesi ve çok prestijli bir yayın. Ekonomi ve finans alanında önde gelen bir uzmanlık yayını olduğunu söyleyebilirim. Dünya çapında farklı ülkelerde yayınlanan baskıları var. Bu gazetenin internet sitesine erişim ücretli ve bu versiyonundan epey kar ediyor. Hatta gazetenin dijital baskısı, basılı versiyonuna göre çok daha fazla satın alınıyor. Neden? Çünkü bu gazeteyi alanlar sıradan habere değil, uzman görüşüne erişmek için para veriyorlar. Bütün bankacılar, finansçılar ve iktisatçılar bu gazeteyi okuyor. Haberleri almak istiyorsa bile Financial Times’ın bakış açısından okumayı tercih ediyorlar, bu da gazetenin haberlerini para vermeye değer kılıyor.
İngiltere’de basılı medyanın geleceğini nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye’deki durumu nasıl buluyorsunuz?
İngiltere’nin ciddi gazetelerinden, 1986’da kurulmuş olan The Independent bu sene kapandı, yayınına artık sadece internet üzerinden devam ediyor. The Guardian belirttiğim gibi maddi olarak zarar ediyor, sitesi İngiltere’de en çok tıklanan haber sitesi olmasına rağmen kar edemiyor, çünkü erişim ücretsiz. Ama gazete versiyonuna devam ediyorlar. Gazetelerin yaşaması için anlaşılan artık yan ürünlere veya oluşumlara ihtiyaç var, kendilerini bir ürün gamı, bir hayat tarzı olarak pazarlamaları gerekiyor. Ya da internet versiyonlarını paralı hale getirecekler veya basılı versiyonlarından vazgeçecekler. En azından İngiltere’nin bu konuya getirdiği çözümler bunlar.
“İngiliz Filiz” hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Yedi yıldır Londra’da yaşıyorum. Aslen İstanbulluyum. Başta müzik, sinema ve genel kültür olmak üzere, Londra’da hayat ve kültür konulu yazılar yazmayı seviyorum. Yeme-içme de ilgi alanlarım arasında. Amacım, Londra’da olup bitenlerden yakalayabildiklerimi paylaşmak. Dolayısıyla birkaç yıldır bu blogu yazıyorum.
Ayrıca Erkan Saka’nın Erkan’s Field Diary (erkansaka.net) adlı profesyonel haber blogunda ve Cazkolik (cazkolik.com) adlı internet sitesinde de gönüllü konuk yazarım.”